Ders Dönemleri | 10'ar saat olarak Dönem I, II, III'de verilmektedir |
Lisans Dersleri | |
Dönem I | Hipokrat Öncesi Tıp, Hipokratik Tıp, Hipokrat Sonrası Tıp, İslam Tıbbı, Osmanlı tıbbı |
Dönem II | Etiğe giriş, Tıp etiğinde temel kavramlar, Tıp etiğinde etik ilkeler, Aydınlatılmış onam ve paternalizm, tıp etiği kuralları |
Dönem III | Klinik etik, Ötenazi, Tıbbi araştırma ve yayınlarda etik, Üreme teknolojileri ve etik, tıpta yasal konular, hayvan araştırmalarında etik, genetik ve etik, Organ transplantasyonu ve etik, hasta hakları |
Tıp etkinliği ve hekimlik mesleği ilkel insandan günümüze kadar uzanan bir gelişme süreci izler. İlk insanlar ağrı, acı, yaralanma ve sakatlanma durumlarında ilk yapacakları davranış olan içgüdüsel, refleks davranışlarda bulunmuşlardır. Diğer canlılarda da bulunan bu tür davranışlarla bedenlerindeki ağrıyı dindirmeye, yaralarını iyileştirmeye çalışmışlardır. İlkel insanlar acı ve hastalıkların nedenlerini doğa dışı güçlerde aramışlardır. Bu güçlerden korunmak için sihir/büyü yoluna sapmışlardır. Böylelikle bu işi yapabilen büyücü, şaman gibi kişiler toplumlarda bugünün hekimine karşılık gelen kimlikler oluşturmuşlardır. Bunun yanında sınama-yanılma yöntemiyle ampirik müdahaleler de gelişmeye başlamıştır. İlk çağlarda çeşitli uygarlıklarda kendi özgü tedavi uygulamalarının yanı sıra hastalık ve sağlık kavramları doğrultusunda iyileştirici, koruyucu, sağlık verici tanrıların varlığına inanılmıştır. Mezopotamya, Mısır, Hint, Çin, Yunan gibi eski uygarlıklardaki tıbbi müdahalelerin bazıları bugün bile kullanılmaktadır. Sağlık ve hastalık kavramları üzerine zamanla felsefi açıklamalar da gelişmiştir.
Tıp tarihinde eski Yunanlı hekim Hipokrat “tıbbın Babası” olarak adlandırılır. Hipokrat’tan önce eski Yunan’da tıbbi faaliyet Asklepion adı verilen tapınaklarda gerçekleştirilirdi. Sağlık tanrısı Asklepion adına kurulan bu yerlerde telkin, diyet, dua ve sihirsel nitelikte tedaviler yapılırdı. Hipokrat (MÖ. 460–370) tıbbı bu tür uygulamalardan çıkartarak akılcı, laik, gözlem ve neden-sonuç ilişkisine dayanan bir niteliğe dönüştürdü. Hastalık nedenlerini doğa-dışı güçlerde değil doğal nedenlerle arayan Hipokrat bugünkü anladığımız anlamdaki hasta-başı hekimliğinin kurucusudur. Hipokrat ile tıp etkinliği belli bir mesleki kimliği oturmuştur. Hekimlik hem mesleki bir birlik haline gelmiş hem de etik(ahlaki) değerlere sahip olmuştur. Hipokrat, he bir hastalığın özelliklerinin yanı sıra bireysel özelliklerin ve çevresel etmenlerin göz önünde bulundurulması gerektiğini düşündü. Bu nedenle hastanın yediği-içtiği, iklim koşulları, yerleşim yerlerinin özellikleri, hastanın alışkanlıkları, yaşam biçimi, yaptığı işi hastanın tanısı ve tedavisinde önemli unsurlar olarak gördü. Hipokrat diğer yandan insan organizmasının dört maddeden oluştuğunu savunan humor teorisini de benimsemiştir. Buna göre insan kan, balgam, sarı safra ve karasafradan meydana gelmektedir. Bunlar arasındaki dengesizlik ve uyumsuzluk hastalıkları doğurur.
Hipokrat’tan sonra tıp bir süre onun çizdiği yolda devam etti. Tıp tarihinde bu dönemde çeşitli hekimlerin ismi geçer. Bunlardan biri olan Galen (MS. 130–200) özel bir öneme sahiptir ve Hipokrat’tan sonra ikinci büyük isim olarak tıp tarihinde yer alır. Batı dünyasında Hıristiyanlığın yerleşmesinden sonra eski Yunan kültürüne ait bilim ve felsefe unutulmuştur. Avrupa yüzlerce yıl sürecek karanlık bir döneme girmiştir. Tıbbi bilgi ve çalışmalar da dinin denetimi altına girmiştir. Tıp alanında yalnızca Galen’in söyledikleri kabul edilmiştir. Galen’in tıptaki başarılı çalışmalarının sorgulanmadan Ortaçağ’da kabul görmesi yüzlerce yıl bazı yanlışlıkları da beraberinde taşımıştır. Rönesans ile birlikte Batı’da bilimsel çalışmalar tekrar kıpırdamaya başlar. Eski Yunan kültürünün unsurlarına dönülmeye başlamıştır. Bu noktada İslam dünyasının katkısı çok önemlidir. Yaklaşık 15. Yüzyıldan itibaren tıptaki gelişmeler adım adım kendini gösterir. Galen’in, değişmez kural olarak kabul edilen doktrinleri sorgulanmaya başlanmış, modern anatominin temelleri atılmış, kan dolaşımının açıklanmış ve daha birçok tıbbi buluş ve açıklama 20. Yüzyıla kadar kendini göstermiştir. 19. Yüzyılda hastalıklar nedenlerinin anlaşılması, mikrobiyolojinin ve tıptaki bilimsel metodolojinin ortaya konması bugünkü modern tıbbı oluşturmuştur. 9. Yüzyıldan itibaren Avrupa’da üniversiteler kurulmaya başlandı.
İslam dünyasındaki tıbbi bilgiler çeşitli yerlerden kaynak alırlar. Hazreti Muhammed'in sağlık üzerine olan tavsiyeleri Tıbbi Nebevi olarak bir araya getirildi. Tıbbi Nebevi geleneği tarih boyunca İslam toplumlarındaki tıp kavramı üzerinde önemli etkide bulundu. İslam dünyasındaki tıbbi yazılar Tıbbi Nebevilere atıfta bulunarak başlardı. Kuran ayetleri ve İslamik sözler de tıbbi literatüre yansıdı. Bunlar yanında eski Yunan tıbbından öğrenilenler İslam dünyasında belli bir tıbbi birikim ortaya çıkardır. İbni Sina, Razi ve daha i birçok hekim tarafından yazılan kitaplar Ortaçağ’da Avrupa’daki tıp okullarında ders kitabı olarak okutuldu. Ortaçağ süresince Batı tıbbının eski eserlerle ilişkisi kopmuştur. İslam dünyası Yunan uygarlığında elde edilen bilgilerin Avrupa’ya taşınmasında büyük rol almıştır. Bu olay Batı tıbbının gelişmesinde çok önemli etkenlerden biri olmuştur. İslam dünyası’nın Yunan kültürüyle tanışması bir Hıristiyanlık mezhebi olan Nasturiler aracılığıyla olmuştur. Gerçekleştirilen çeviri ve derlemelerle; Hipokrat, Galen ve öteki Yunan hekimlerine ait tıbbi bilgilere erişilmiştir. İslam dünyasının tıbba katkısı orijinal ve yeni çalışmalar şeklinde olmasa da eski tıbbi bilgilere sahiplenerek onları yüzlerce yıl koruması ve Batı’ya taşıması tıp tarihi açısından son derece önemli bir olaydır.
Osmanlı tıbbı başlığı altında eski Türklerden, Selçuklu, Osmanlı ve günümüze kadarki tıp tarihi konuları ele alınacaktır. Anadolu Selçuklu döneminde Anadolu toprakları üzerinde çok sayıda hastane inşa edildi. Ortaçağda İslam bilimi Osmanlı tıbbının zeminini oluşturdu. Tarihçiler, genel olarak 16 yüzyılın Osmanlı İmparatorluğu için yalnızca politik gücün değil aynı zamanda bilimsel gelişmenin de zirvesi olduğunu söylerler. Bu yüzyılda, bazı kurumların geliştirilmesine devam edilmiş bunlara bazı yenileri eklenmiştir. Yeni medreseler kurulmuştur. 17. yüzyıldan itibaren sınırlı da olsa Avrupa'nın etkisi görülmeye başlanmıştır. Bazı hekimler Avrupalı yazarların kitaplarını okumaya başladılar. Askeri tıp okulunun 14 Mart 1827 yılında açılması bugünkü tıp fakültelerinin başlangıcı sayılır. Bu olay artık Osmanlı'da tıp eğitiminin medreseler yerine yeni tarzda okullarda yapılacağı anlamına gelir. Modernizasyon girişim ve tıp eğitimi geliştirme ve Batının gelişmişliğinden yararlanma yıllarca sürdü ve bu fikir Doktor Bernard'ın Viyana'dan 1839 yılında İstanbul'a gelmesine kadar sürdü. 19. Yüzyılda sağlık teşkilatlanmasına ilişkin ilk adımlar atıldı.
Etik, insan davranışlarının öğrenildiği alandır. İnsan, iyi ile kötü, doğru ile yanlış arasında mücadele eden ahlaki (etik) bir varlıktır. Etiğin tanımını insan tutum ve davranışlarının iyi ya da kötü yönden değerlendirilmesi çalışmaları olarak yapabiliriz. Etik bir yargıda bulunabilmek için insan davranışlarını gözlemlemek gerekir. Doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü şeklindeki etik yargılar için; insan tutum ve davranışlarını tanımlamak, açıklamak ve değerlendirmek gerekir. Etiğin merkezi ve en önemli ilgi alanı, insan davranışlarını yargılamaya olanak sağlayan normlar, idealler, ilkeler, standartlar ya da ahlaki "gereklilik"lerdir. Etik kodlar mevcut mesleki değerlere uyum sağlaması konusunda üyelerini teşvik eder. Söz konusu mesleki bu kodlar etik değerlerle etkin işbirliği içinde olduklarında son derece yararlıdır.
Tıptaki etik ikilemler bugün 20–30 yıl öncesine göre daha fazla dikkati çekmekte ve daha açık biçimde tartışılmaktadır. Bunun nedeni nedir? Burada iki neden ileri sürebiliriz: Birincisi, tıbbi teknoloji ve tedavilerin hızla daha karmaşık hale gelmeleridir. Hekimler, önceden müdahale edilemez hastalıkların önüne geçebilmekte, çalışmayan organların fonksiyonlarını yapay olarak yerine getirebilmekte, iflas etmiş organların yerlerine yenisini takabilmektedir. İkinci neden, hastaların günümüzde tedavileri hakkındaki tıbbi karara daha fazla katılmak istemesidir. Bugün, hekimler geçmişe göre daha az paternalistik olabilirler ama eski alışkanlıkları hala devam etmektedir. Biyoetik kavramı ise canlı bilimleri alanında insan tutum ve davranışlarının iyi ya da kötü yönünden değerlendirilmesi üzerine yapılan çalışmalar anlamına gelir. Canlı bilimlerindeki hızlı gelişmeler, etik kararlar alınmasını gerektiren çok sayıda yeni ve alışılmadık durumların doğmasına neden olmuştur. Çok sayıda mesleki alan, disiplin ve kurumlar biyoetik alanında birlikte çalışırlar
Modern tıp etiği, sağlık alanındaki tıbbi kararlar üzerine etkili bazı etik ilkeleri vurgulamaktadır. Bu ilkeler tüm toplum ve bireyin tanı ve tedavisi etkilemektedir. Tıbbi uygulamalarda hekimin yükümlülükleri arasında hastanın yararına davranması (yararlılık), ona zarar vermemesi (zarar vermeme) ihtiyaçlar düzeyinde tıbbi hizmetlerin dağılımının sağlanması (adalet) ve hasta bireyselliğine saygı (özerklik) olması belirtilmektedir.
Paternalizm yararlı olmak ve sağlığını yükseltmek amacıyla, kişinin tercihlerini görmemezlikten gelmek ya da engel olmak anlamında kullanılmaktadır. Paternalizm, yararlılığı özerklik karşısında daha öncelikli olarak görmekten kaynaklanmaktadır. Tarihsel olarak, tıp mesleği paternalizmi onaylamıştır. Bugün, hala genel olarak varlığını sürdürse de etik yönden artık kuşkuyla karşılanmaktadır. Hala, paternalistik davranışların kimilerince etik yönden doğru bulunduğu da olmaktadır. Bilgi güçtür ve bilginin paylaşılması kaçınılmaz olarak "paylaşılmış kararı" getireceği için, aydınlatılmış onam kavramı hekim-hasta ilişkisinin değişimine yardımcı olmuştur. Aydınlatılmış onam, riskleri, yararları ile alternatifleri ve onların da risk ve yararları dahil olmak üzere müdahalenin nasıl bir müdahale olduğunun hekim tarafından yeterli biçimde açıklanmasının ardından, bu tıbbi müdahalenin hasta tarafından gönüllülükle kabulü olarak tanımlanır.
Günümüzde tıp etiğindeki ilkelerin pratikteki sonuçlarından biri olarak bazı etik kurallardan söz edilmektedir. Bunlardan bazıları Aydınlatılmış onam, gizliliğin korunması, mahremiyet, tıbbi gerçeğin söylenmesi, sadakat gibi konulardır. Hekim hasta-ilişkisinde bu kuralları yerine getirmek tıp etiğinin başlıca kaygılarıdır
Birçok etik kavramında olduğu gibi ötanazi kavramı da karmaşıklık göstermektedir. Ötanazi başlığı altında aralarında fark olan tıbbi olgularla ilgili ölümle ilgili kararlar tartışılmaktadır. Bunları birbirlerinden ayırt etmek çok önemlidir. Pasif ötanazi, gönüllü aktif ötanazi, gönüllü olmayan aktif ötanazi, gönülsüz aktif ötanazi, hekim yardımlı ölüm gibi tanımlamalar tıbbi durumlarla ilgili ötanazi tartışmalarının içerisinde karşımıza çıkmaktadır Ötanaziye taraftar olanlar yararlılık ilkesi, hasta özerkliğine saygı ilkesi ve daha başka argümanlar doğrultusunda savunmalarına yaparlarken, karşıt olanlar da farklı değerlendirmelerle aynı argümanlara farklı açıdan yaklaşmaktadırlar.
Klinik etik, etik konularda hekiminin klinikteki etik konuların tanımı, analizi ve çözümünde hekime yardımcı olan karar vermede bir yapı sağlayan uygulamalı bir disiplindir. Tanı ve tedavi sırasındaki etik görünüm tıbbi yararlılık, hasta tercihleri, hasta hayatının kalitesi ve hasta bakımı ile ailevi, sosyal, ekonomik ve legal yönlerdir. Etik yönden karar verebilme sağlık çalışanlarının pratikte karşılarına çıkan etik konularının fark edebilmelerini sağlar ve haklı-doğru bir karara ulaşmalarında rehberlik eder Tıptaki etik ikilemler bugün 20–30 yıl öncesine göre daha fazla dikkati çekmekte ve daha açık biçimde tartışılmaktadır. Bu durumun iki nedeni bulunmaktadır: Birincisi, tıbbi teknoloji ve tedavilerin hızla daha karmaşık hale gelmeleridir. Hekimler, önceden müdahale edilemez hastalıkların önüne geçebilmekte, çalışmayan organların fonksiyonlarını yapay olarak yerine getirebilmekte, iflas etmiş organların yerlerine yenisini takabilmektedir İkinci neden, hastaların günümüzde tedavileri hakkındaki tıbbi karara daha fazla katılmak istemesidir.
Üremenin kontrol edilmesi amacıyla tıbbi müdahalelere yasak getirilmesi çok eskilere dayanmaktadır. Hipokrat yemininde çocuk düşürme eylemine yardımcı olunmayacağı konusunda söz verilmektedir. Oysa bugün birçok ülkede gebeliği sonlandırma işlemi yasaların belirlediği sınırlar içerisinde serbesttir. Günümüzde geliştirilen yeni tekniklerle gebe kalamayan kadınların çocuk sahibi olabilmeleri mümkün olabilmektedir. Yardımcı üreme teknikleri bu konuda kadınlara yardımcı olmaktadır. Ancak gerek uygulama biçimi, gerek sonuçları ve gerekse fetüs açısından bazı etik sorunlar ortaya çıkmaktadır.
Bilimin temeli dürüstlüktür. Bilimsel araştırmaların planlanması, yürütülmesi, bildirilmesi ve yayınlanması sürecinde dürüstlük, tarafsızlık, önyargısızlık ve bilim etiğine uygunluk esastır. Ancak bazen değişik nedenlerle bu etik ilkelerden sapmalar görülebilir. Bilim dünyasının bu olumsuzluklardan arındırılması, etik sapmaların önlenmesi; var olduğunda saptanması, incelenmesi ve bilimsel yanıltma yapanlara karşı yaptırımlar uygulanması gereklidir.
Hekimler, yaptıkları tıbbi müdahalelerden kaynaklanan hukuki ve cezai bir sorumlulukla karşı karşıyadırlar. Hekimler idari hukuk, ceza hukuku ve medeni hukuk karşısında sorumluluk taşırlar. Tıbbi eylemin sonucundaki bir olumsuzluk hekimi yargılanma süreci ile karşı karşıya getirir. İdari hukuk, alanda hem idarenin kusurunu arar, hem de hekimin idari hukuk yönünden kusuru ortaya çıkartılır. Hekim hastasına zarar verecek olursa suçlu eylem sahibi kişi durumuna düşer ve ceza yasasındaki ilgili maddeler doğrultusunda cezalandırılır. Medeni hukuk yönünden hekimler ihmal, dikkatsizlik, özensizlik, acemilik, ya da bilimsel usullere göre davranmamak nedeniyle hastalarına zarar vermeleri halinde verdikleri cezayı tazmin etmekle yükümlüdürler.
Değişik kayıtlara gör organ transplantasyonu çok eski zamanlardan beri yapılabilmektedir. Bugünkü konumuna gelmesinde önemli rol oynayan faktörler aseptik cerrahi ilkelerinin uygulanması (Lister), damar anastomozunun yapılabilmesi (Alexis Carrel), HLA antijenlerinin tanımlanması ve immunosupressif ajanların geliştirilmesidir. Bu gelişmelerle yapılan transplantasyonlar ile ilgili gerek etik gerek yasal yönler önemlidir. Etik açıdan donör (canlı veya kadavra) ve alıcı ile ilgili sorunlar vardır. Şüphesiz donör açısından en önemli konulardan bir tanesi kalbi çarpan (heart beating) verici durumudur. Bu durumda beyin ölümünün saptanması gerekir. Türkiye’de organ transplantasyonu ile ilgili olarak 2238 sayılı yasa etik ve yasal yönden düzenleyici bir yasadır.
Yüzyıllarca hekim ve araştırmacılar hayvanları kullanarak cerrahi yeteneklerini geliştirirken, organizmanın sistem ve organları hakkında bilgilerini artırdılar. Bu bilgiler büyüdükçe yeni bilimsel disiplinler doğdu. Önce fizyoloji ve farmakoloji, sonra bakteriyoloji ve immünoloji hayvan deneyleri yaygınlaştıkça geliştiler. Hayvanlar deneylerde kullanıldıkça, insanlar bu araştırmalarla ilgili kaygılarını da dile getirmeye başladılar. Ahlaki gereklilik ve bilimsel geçerliliği üzerine sorular, ilk çalışmaların başladığı günden itibaren başladı. Bununla birlikte 19. Yüzyılda modern bilimlerde kullanılan hayvan sayılarının arttığını ve canlı hayvanlar üzerine yapılan araştırmaların arttığına tanık olundu. Bilim adamları ve halk arasında hayvanların çektikleri acının düzeyleri açısından farklı görüşler bulunsa da bilim adamlarının çoğu, bilgilerinin geliştirilmesi için hayvan deneylerinin gerekliliği kanısındadırlar. Bugün hayvan araştırmalarında uyulması gereken etik standartlardan söz edilmektedir.
Günümüzde, genetik bilgiler insan sağlığının tıbbi tanımlanmasında çok önemli verilerden biridir. Çeşitli genetik araştırma ve çalışmalar her geçen gün kişilerin genetik yapısını daha iyi aydınlatmaktadır. Bunlardan biri de İnsan Genom Projesinin sonuçlarıdır. Genetik yapının öğrenilmesi çok çeşitli etik sorunun ortaya çıkmasına ve tartışılmasına neden olmuştur. Kişinin, sağlık ve tıbbi durumu konusunda çok önemli bilgiler veren genetik araştırmalar hem kişinin gelecekteki tıbbi risklerinin öğrenilmesi hem de bu bilgilerin onun sosyal, ekonomik ve psikolojik yaşamını etkilemesi açısından anlam kazanmakta böylelikle etik değerlerimiz yönünden de gelişmelerin ele alınmasını gerekmektedir. Genetik bilgilerin gelecek nesillere aktarılacak olması, anne ve baba adaylarına bu bilgileri elde hakkını tanırken aynı zamanda çocuk edinme konusunda da onlara karar verebilme fırsatını da tanımaktadır. Bu gibi konularda genetik danışmanlık hastalar için son derece yol gösterici olmaktadır. Kişiye ait genetik bilgilerin gizlilik içerisinde tutulması tıp etiği alanındaki diğer etik yükümlülüklerden biridir. Öjenik uygulamalar olasılığı da günümüzde kaygı uyandıran konulardandır.
Hekimlerin hasta haklarını tanımaları ve bu hakların sınırları içerisinde mesleki becerilerini uygulamalarını gerektiren hareket nispeten yeni olmasına rağmen günümüzde hasta haklarından söz etmek artık hekim-hasta ilişkisinin belli başlı konularından biri haline gelmiştir. Hekimler, Hipokrat’tan beri yüzlerce yıl hastalarına ödev duygusu içerisinde davranmışlardır. Bu duygu içerisinde hekimlerin hastalarına karşı en iyi biçimde davranacakları yolunda inanç sarsılmaz biçimde kabul edilmiştir. Oysa günümüzde hastaların bu ödevi hekimlere bırakma yerine, kendi haklarına sahip çıkma gibi bir sürece tanık olmaktayız. Hastaların, haklarını savuna konusunda yeni bir ortam oluşmaktadır. Kendi haklarını savunma konusunda insanların yeni girişimler içerisinde oldukları gözlemlenmektedir. Bununla beraber, hasta haklarını savunma konusunda hekimlere önemli etik yükümlülükler yüklenmektedir. Haklar, kendi yararlarını görebilmesi ve sağlık çalışanlarının eşit davranmaları konusunda hastalara güç vermektedir.